Kısa dönemde tasarım dünyasını etkisini alan Bauhaus'un, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de etkilerini görmek mümkün. Nazilerin Almanya'da iktidara gelmesiyle birlikte ülkesini terk etmek zorunda kalan Alman öğretmenler, Türkiye'de eğitime önemli katkılarda bulundular. Peki Türkiye'de böyle bir hareket mümkün mü? Olabilir mi?

Öncelikle diğer tasarım akımlarına bir düşünüp sonrasında Bauhaus'a değinmek istiyorum.

Shakers (Sallananlar), 1747 İngiltere. Ortodoks karşıtı olan komündür. Dini bir komünle tasarımın ne alakası var diyecekseniz, düşünceleri itibariyle tüm kullandıkları ürünler kendi imalatları olmak zorundadır. Buna dayalı olarak dinsel düşüncenin dahi, tasarımla ne kadar ilişkili olduğunu görebiliriz.

Arts and Crafts (Sanat ve Zanaat) 19. yüzyılda ortaya çıkan hareketin öncülerinden olan William Morris'i çok yönlülüğüyle görmek mümkün. Şair, yazar, ressam, tasarımcı desinatör... Buradan tasarımın çok yönlü ve farklı disiplinlerden beslenmesi gerektiğinden bahsedebiliriz.

Art Nouveau; geçmişin taklitçiliğine tepki olarak yeni bir biçim dünyası ile ürünler vermeye çalışan, standartlaşmaya karşı olan, tüm insani duyguların belirtilmesi inancını öznel bir süsleme anlayışı ile ifade eden bir akımdır. (Küçükerman, 1978:49; Ağatekin, 1998:3)

Art Deco akımına baktığımızda binalardaki süslemelerin temel geometriye dayandığını ve oran gibi kavramların başladığını söyleyebiliriz.

Streamline akımına baktığımızda aerodinamik (hareket halinde olan kütlelerin havayla etkileşimini inceler) bilimi tasarım düşüncesini de ona göre şekil verdiğini görürüz.

İskandinav tasarımına baktığımızda ise Lagom felsefesine değindiği (ne az, ne çok tam kararında). Ayrıca coğrafi etmenlerinde tasarıma etki ettiğini görmek mümkün.

Modernizm ve Postmodernizm gibi kavramlar ancak diğer kavramlar ile birlikte incelendiğinde anlamak daha mümkün kılar.


Burada bahsetmek istediğim, tasarımı salt olarak değerlendirmenin doğru olmadığı ancak; kültür, fikir ve ideolojiyle birlikte yorumlamamız doğru olduğudur. Sanat hareketleriyse birbiriyle bağlantılı olarak devam ettiği, diğer sanat akımlarından bağıntı olmaksızın incelemek mümkün değildir.

Bauhaus'a geldiğimizde ise sanayi estetiğini görmekteyiz. Bunu gerçekleştirirken uygulamalı sanatlar ile güzel sanatlar arasındaki engeli ortadan kaldırarak her iki alanın da karşılıklı etkileşimine uygun ortam hazırlamıştır. Atölyeler araştırma laboratuvarı gibi kullanılmış, edinilen bilgiler dergi ve sergiler aracılığıyla aktarılmıştır. Böyle bir hareketin olması için dış ve iç ortamın müsait olması gerekir. Dış ortamdan kastım, Almanya'nın genel yapısı, iç ortam ise fikir inşasının olduğu Bauhaus, ortamı, kişileri... Dış ortam, iç ortama baskı kurduğunda -fikri engelleme, teknik yetersizliklere imkân sağlamama gibi- bu pek mümkün olmaz. İç ortam ise yeterli koşullarda değilse zaten ilerleme de pek mümkün değildir. İşte bu yüzden dış ortam olarak iç hacme baskı yapmadan ilerlemesini sağlamak gerekir. Bauhaus'un Nazi rejimiyle birlikte dağılmasının sebebi de budur. Ortada tamamlanmamış bir fikir vardır. Ancak fikrin hatları oldukça net, belli konulara da açıkça ifade ederek modern tasarım anlayışı adına ipuçları taşımaktadır. İç ortamın dağılmasıyla birlikte Alman öğretmenlerin Türkiye'ye de geldiğini görebiliriz. İDGSA (İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) Resim bölümü başkanı Leopold Levy; Heykel Bölümü Başkanlığı'na Rudolf Belling; Bruna Taut ve Robert Vorhölzer gibi ünlü adlar da Mimarlık Bölümü Başkanlığı’na getirildi. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu (Prof. Dr. Adolf Schneck 1956'da eğitim programını geliştirmek ve görev alacak öğretim elemanlarını belirlemek üzere danışmanlık yaptı) gibi pek çok örneği verebiliriz. Bu öğretmenler sayesinde donanımlı öğrenciler yetişti ve bu öğrenciler ileride başarılı akademisyenler oldu. Hatta Almanya'dan gelen öğretmenlerden eğitim almış hocalarımızın iyi bir vizyona sahip olduğunu görüyorum.

Peki Türkiye'ye öğretmenlerin gelmiş olması böyle bir hareketi doğurur mu? Almanya'dan öğretmenlerin gelmiş olmasıyla birlikte öğretmenler, Almanya'daki bilgi ve tecrübelerini öğrencilere aktarmaya başlarlar. -bu durum Bauhaus fikrinin neden tüm dünyada bu kadar etkili olduğunu da açıklayabilir- Bu aktarım süreci öğrencilere vizyon olarak kesinlikle katkısı büyüktür. Ancak tamamlanmamış bir fikir, fikri takip olamayacağı için fikri geliştirme aşamasına geçilmesi gerekir. Bu durumda Türkiye'deki öğretmen ve öğrencilerle birlikte Almanya'daki öğretmenler araştırmalara bu yönde devam etmesi gerekliydi. Yine de bunun yeterli olmayacağını düşünüyorum. Böyle hareketlerin olması için pek çok etmenin yanı sıra bu topraklarda yetişip bu topraklardan beslenip meyvelerini bu topraklara vermesiyle mümkün olabilir.

İşte bu yüzden, Türkiye'nin fikir, eğitim ve sanayi olarak kısaca bakmak istiyorum.

Başımıza icat çıkarma şimdi sende... Bunu küçükken duymayanımız yoktur herhalde. Anne babamıza bir soru sorduğumuzda Allah öyle yaratmış işte dediğinde, ne kadar ileri gidebilmek mümkün? Kararsızım. Ayrıca bilip bilmediğimiz konuda herkesin konuşabildiği yani herkesin filozof(!) olduğu bir ülkede hiç filozof olmaması da buna etken. Lise yıllarındaysa üniversiteye girmek için didinip kendimizi fikri açıdan hiç geliştirmediğimiz, neyin neden öyle olduğunu bilmeden, tek önemli olanın doğru şıkkı işaretlememiz olduğu olunca işler daha da karışmaya başlıyor. Bir de üniversiteyi meslek edindirme yuvası, para kazanma aracı olarak gördüğümüz takdirde; fikir geliştirmeden yoksun olması çok muhtemeldir. Üniversite bittikten sonraysa toplumun bizim için dikte ettiği bir yol mevcut. Askerlik yap, işe gir, evlen, çocuk yap, artık ölebilirsin... Yahu ne zaman düşünecektik? Ne zaman bir şeyler geliştirecektik? Başınıza icat çıkarmadan sonrakine geçmek istiyorum.

Eğitime az önce biraz değindim çünkü hepsi birbirine bağlı. Bir örnek vermek istiyorum bu konuda. Bizim okuduğumuz bölüm endüstri ürünleri tasarımı, hatta bize sormadan okuduğum bölümün ismi de bu sene değişti, endüstriyel tasarım. Neyse isme takılmadan başka bir şeyi ifade etmek istiyorum. Uygulamalı eğitim olan alanlarda kontenjan sayısı, hocayla birebir irtibat açısından çok önemli ancak bölümümüze bizim de dahil olmamızla birlikte 20 olan kontenjan 40 kontenjana çıkartıldı. Sonrasında ise 60... Bu durum eğitim verenlerle konuşuldu mu? Peki eğitim alanlarla? Hayır, konuşulmadı. Tahminen 20, 40, 60 şıklarından 60'ı işaretlediler. Peki bu durum neyi getirdi? Atölyede çalışmayı hayal ederken sınıfa sığamaz hale geldik. (Pandemi koşullarından bağımsız düşünüyorum) Tasarım geliştirirken hocanın bize ayırabileceği vakit ise çok daraldı. 60 kişiyle 10'ar dk tasarım için konuşulsa 600 dk yapıyor. Hiç ara vermeden... 60 şıkkını işaretleyenlerin 10 saat düşünsel tartışma içine her gün girmesini diliyorum...

Sanayi olarak ne kadar ele alabileceğimden emin değilim. Şu an için yakından tanıdığım bir alan değil ancak ara eleman sorununun olduğunu düşünüyorum. Üniversite sayısının bu kadar fazla olması herkesin mühendis olmaya çalıştığı ancak nitelikli ustanın eksik olduğu ve buna bağlı olarak mühendislerin işsiz kaldığını söyleyebiliriz.


Bauhaus'da bahsettiğim dış ortam ve iç ortamdan Türkiye'nin ne kadar bağımsız olduğunu maalesef ki görmekteyiz. Biraz da eğitim alan ve eğitim veren ilişkisine girmek istiyorum.

Öğretmenin de öğrencilerin de nitelikli olduğunu varsayarak konuyu ele alıyorum. Öğrenci ve öğretmen arasında düşünceler özgürce tartışıldığı -düşüncelerin tartışılması önemli çünkü bazı tartışmalarda safsatalara dönüşmeye başladığını görüyorum- bir ortamın olması gerekir. Bu tartışmada samimi bir ortam oluşması açısından kast ve üstünlük ilişkisi olmaması gerekir. Düşünceyi tartışmanın yanı sıra bilgi paylaşımı da bu konuda çok büyük etken. Öğrenciler kendi aralarında bildiklerini karşı tarafla paylaşıyor mu, öğretmenler bildiklerini kaygısız ve samimi olarak paylaşabiliyor mu? Bilgi aktarımı olmaksızın, tek başına ilerlemeyle kimse en iyisi olamıyor. Bauhaus'da veya diğer sanat akımlarından önemli isimlere baktığımızda birbirleriyle ne kadar etkileşimde olduklarını ve aslında birbirlerini tetikleyerek ilerlediklerini görebiliriz. Yengeç teorisindeki yengeçler gibi hareket edersek ilerleme imkansızdır. (Yengeçlerden öteye gidebiliriz herhalde değil mi?)

Öğrencilerin nasıl özelliklerde olması gerektiğine biraz değindim ancak daha ileri taşıyabiliriz. Acar Baltaş'ın gelecekte öğrencileri şanslı duruma getirecek 4 temel özellikten bahsediyor.

  1. İş Birliği
  2. İlişki Yönetimi
  3. Eleştirel Düşünce
  4. Yaratıcılık

Bu özelliklere baktığımda iş birliği, birlikte çalışabilme ve organize olma gibi becerilerin olması gerektiğini görürüz. (ortaokulda gruba verilen performans ödevinin tek kişinin yapması bu işte ne kadar başarılı olduğumuzu gösteriyor) Fikir alışverişinde ise ilişki yönetimi devreye giriyor. Bu anlatımlarda eleştirel düşünceye yer verilmediği takdirdeyse yine düşünce aktarımı gerçekleşemiyor. Yaratıcılığa baktığımızda ise diğer durumların olmadığı; eleştirel düşünce, özgürce fikir aktarımı gibi, yaratıcılıktan bahsetmek yine pek mümkün değil.

Bauhaus düşüncesinin ilerlemesinde iç ortamın bunlara ne kadar müsait olduğunu dış ortamın da iç ortama baskı olmadığını görmüş oluruz. Peki böyle fikri hareketler ülkemizde olmadı mı?

Elbette oldu, geçmişimize baktığımızda uçak fabrikalarından, devrim otomobiline, köy enstitülerinden bir önceki sayfadaki Sümerbank gibi pek çok adım mevcut. Bu adımlarda, işin içine sürdürülebilirlik kavramı girmeye başlıyor. Fikirle başlayan bir hareket, takip edilmeli ve geliştirilmelidir. Fikirden sapmalar, geliştirmeyi bırakma gibi durumlarda; oluşumun tamamlanmadan sekteye uğradığını veya tamamen durduğunu görebiliriz. Sümerbank yazısında okuduğunuz gibi iyi bir fikirden başlayıp fikirde sapmaların -dışarıdan ürünlerin direkt alıntılanması gibi- olması, dünya çapında bir harekete dönüşümü engelliyor.

Tüm bunlarla birlikte üretim anlamında; (endüstriyel ürün, mimari, fikir, yazı, resim, müzik...) sanayi, tasarım ve sosyolojik etmenlerin birbirlerine ne kadar bağlı olduğunu görebiliriz. İç ortam ve dış ortam koşullarını hızlıca değerlendirip gerekirse dış ortamdan bağımsız olarak (ne kadar mümkün olabilir bilmiyorum) her koşulda ilerlemeye çalışmak zorundayız. Önceden olduğu gibi, ülkemizde yine fikri üretimler olacaktır. İşte bu sefer başarılı olacağına inanıyorum. İnanmak da zorundayız...


Bu makale tarihinde MARKUT Dergi Sayı: 04 altında Atahan Göktürk Güner tarafından yazılmıştır. Sayının devamını aşağı kaydırararak okuyabilirsiniz. Üst menüden diğer sayılarımızı okuyabilir, buraya tıklayarak anasayfaya dönebilir veya alt bölümdeki formu doldurarak dergimize abone olabilirsiniz.

Paylaş:
Markut Mailde İllustrasyon
Dergimize Abone Olun
Yeni Sayıları Mailinize Gönderelim

ücretsizdir.